Türkiye'de çok arsız bir 'istemezük' korosu var. Ülke için olumlu adımlar atıldığında, bu grup her zaman karşı çıkıyor. Barajlar, köprüler ve doğalgaz gibi projelerden bahsetmiyorum. Dindarların, Alevi ve Kürtlerin sorunlarıyla yüzleşmeye yönelik her hamleye karşı çıkmaları dikkat çekiyor. Bu durum, ülkenin demokratikleşmesine ve zenginleşmesine yönelik önemli bir engel oluşturuyor.
Bu gerçeği en net biçimde 'çözüm süreçleri'nde görmek mümkün. Geriye dönüp bakıldığında, rahmetli Özal'dan Erdoğan'a kadar bu sorunları çözmeye çalışan her liderin karşısına çıkan azgın azınlık, öneri sunmaktan uzak durdu. Bugünlerde ise bu grup, Başkan Erdoğan ve MHP Lideri Bahçeli'nin 'terörsüz Türkiye' çıkışlarına karşı tepkilerini artırdı.
Başkan Erdoğan ve MHP Lideri Bahçeli'nin 'terörsüz Türkiye' çağrısına, terör örgütü elebaşı Öcalan'ın 'PKK'yı feshetme ve silah bırakma' çağrısıyla yanıt verilmesi, bu grubun tepkisini artırdı. 'Bu çağrı etkili olmaz' şeklindeki ifadeler, durumu daha da karmaşık hale getirdi. Sırrı Süreyya Önder'in 'Öcalan'ın hiçbir şartı yok' açıklaması, bu sürecin ciddiyetini gözler önüne serdi.
Ancak bu çıkış, kötücül kadronun hızını kesmedi. Siyaset üretmeyen CHP içinde yaşanan kaos, kifayetsiz aydınlar ve müptezel gazeteciler tarafından daha da derinleştirildi. Halk TV'de Kürşad Oğuz'un yönettiği programda, 'Hem Selahattin Demirtaş'ı içeride tutacaksın hem de demokratikleşmeden söz edeceksin' eleştirisi yapıldı. Bu durum, PKK'nın devreden çıkarılmak istendiğini anlamayan bir bakış açısını ortaya koyuyor.
Demirtaş sürece destek verirken, onun adına konuşanların durumu daha da garipleşiyor. Örgütü kuranlar ve cezaevinde yatanlar itiraz etmezken, siyasetsiz CHP'liler ve İmamoğlu'nun medya çığırtkanları, durumu daha da karmaşık hale getiriyor. Bu müptezellerin son sığınakları, DEM Parti ile siyasi ilişki kuranların suçlanması oluyor. Bu durum, siyasi ilişkilerin nasıl bir karmaşaya yol açtığını gösteriyor.
Yerel seçimlerde DEM Parti ile 'kent uzlaşısı' adı altında ittifak yapanların suçlanması, bu ilişkilere dair önemli bir tartışma yaratıyor. Terör örgütü eksenli bir partiyle ittifak yapanlar ile o örgüte silah bıraktırmak için görüşenlerin aynı kefeye konulması, demokrasi eksikliğinin asıl nedenini ortaya koyuyor. Başkan Erdoğan'ın 'toksik demokrasi' ifadesi, bu durumu net bir şekilde özetliyor.
CHP yönetiminin, HDP veya DEM Parti ile ilişkilerinde 'terörle ilişkinizi kesin' şeklinde bir şartı olup olmadığı sorgulanıyor. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun, İstanbul'u kazanmak için DEM Parti ile ilişki kurması, bu tartışmanın merkezinde yer alıyor. Bu durum, siyasi etik ve sorumluluk açısından önemli bir meseledir.
Sonuç olarak, terörsüz siyaset günlerinin çok uzak olmadığı görülüyor. Ancak bu sürecin sağlıklı bir şekilde ilerlemesi için, siyasi partilerin tutumlarını gözden geçirmesi gerekiyor. Bu noktada, CHP'nin geçmişteki tutumları ve bugünkü durumu, gelecekteki siyasi atmosferi şekillendirecektir.